21 Şubat 2009 Cumartesi

YANLIZ AMA GÜÇLÜ KADINLARIZ BİZ....

Akşam çökerken, karlı dagların arasından ilerleyen adam ıssız bir yamaca dayanmış bir ev görür.......
Eve yaklaştığında kapı açılır ve elinde tüfeğiyle, düşman bakışlı genç bir kadın belirir.......
- Hemen git buradan, der, yoksa ateş ederim.......

Adam yorgundur, açtır, uykusuzdur, yaralıdır........
Sadece o geceyi geçirecek bir yer aradığını,
kötü bir niyeti olmadığını anlatmaya çalışır ama kadın hep aynı cümleyi tekrarlamaktadır.......
- Hemen git buradan, yoksa ateş ederim.........

Kadının kararlı olduğunu gören adam çaresizce arkasını dönüp yürümeye başlar......

Kadın, ya adamın yıkılmak üzere olduğunu anlatan bitkin yürüyüşüne acıdığından ya da adamın gerçekten sığınmaktan başka bir niyeti olmadığını sezdiğinden arkasından seslenerek çağırır........

- Gel.......

Adamı eve alır.......

İçerde bir de bebek vardır.......

Yemek ısıtıp adama verir........

Sonra ona, alet edevatın durduğu soguk bir odada yer gösterir........

Adam o kadar yorgundur ki, bir yatağın olmamasına aldırmaz, yere bir battaniye serip yatar...........
Biraz sonra kapısı açılır ve geceliğiyle kadın gözükür..........

- İstersen, der, içerde yatabilirsin...........

Adam eşyalarını toplayıp içeri girer, kadının yatak odasında ne yapacağını bilemeden ayakta durur............
Kadın, adama bakar,

- Yanıma yatıp, başka bir şey yapmadan bana sarılır mısın?

Adam kadının yanına yatar, kadına sarılır.........
O halde birlikte uyurlar..........

Amerikan İç Savaşı'nda yaşanan dramları anlatan filmdeki birçok acı içinde galiba beni en çok etkileyen, kocası savaşa gittikten sonra o dağ başında yapayalnız yaşayan kadının o cümlesi oldu............

- Yanıma yatıp, başka bir şey yapmadan bana sarılır mısın?



Tanrı' nın ruhlarına üflediği farklı dogalar farklı karakterlerle hayatlarını sürdüren kadınlar....

Kimi güçlü kimi zayıf kimi kırılgankimi entrikacı...vs.vs.

Ama özünde herbirimizde sonsuz bi güç ve sabır vardır...

Her ne karakterde olursa olsun çoğunlugunun ne kadar onulmaz bir yalnızlık acısıyla, ne denli tuhaf gel-gitler yaşadıklarını göremez çogumuz.....

özünde çok güçlü görünen kadınların tek başına kaldıklarında nasıl bir koza içine girdigini düşündünüz mü hiç......

Yalnızlıklarını paylaşmak ya da deşifre etmeyi gururlarına sindiremeyen kadınların, yalnızlıkları hiçbirisinin ıssızlıgına benzemeyecek kadar çıglık çıglıga ve ürperticidir.....

Normal zamanda dimdik duran bir kadının sessizlige büründükten sonraki ruh rengini bilir misiniz?...........

Cenin misali dizlerini karınlarına çekerek nevresimlerine şevkat beklercesine nasıl sarıldıklarını göremezsiniz.........

Görmenizi de istemezler.......

Bu hallerini zayıflık ya da güçsüzlük gibi sıg sıfatlarla başlıklandırılmasını istemez çünkü....




Oysa bence en güçlü anlarındandır kadınların......

Herhangi bir erkegin gölgesine ya da bir dost kucağına degil, yine ve sadece kendilerine sıgınacak kadar güçlüdürler......

Halbuki yalnızlıkları ve yüreklerindeki öksüzlüklerini de tamlayabilmesi gerekmez mi hayatındaki özel kişilerin...

Nedense güçlerine karşın onların da kadın olduklarını unutur çogu...... ...

Sadece inandıkları ve daima görmek istedikleri o dimdik ikonayı isterler......

Satenlerin ardındaki tenin de duygularla ürpererek acıyabilecegini pek düşünmezler.....

Hem ruhları hem tenleri, duyguların ve dokunuşların binbir çeşidine açık ve duyarlı olan kadınlar hayatın içinde tek başlarına kaldıklarında, hissettikleri yalnızlık bir erkeginkinden çok daha yoğun ve derin olur......

Bilmezsiniz.......

Hayatında arkadaşları, ailesi, sevgilisi olsa da ne kadar yalnız olduklarını bilmezsiniz......

Deger verdiklerinin, canını yaktıgında o küçücük saka kuşu haline büründüklerini, acılarını bilmezsiniz.......

Ya da yalnızlıklarını, terkedişleri ne kadar agır yaşadıklarını.........

Dönüş yolunda yalnız kaldıkları zaman usul usul dökülen göz yaşlarını bilmezsiniz......

Çalınmayan bir piyano gibi dururlar hayatın içinde......

Geceleyin, gün boyu hangi kimlikle dolaşıyorlarsa o kimlikten soyunup yalnız bir kadın olduklarında, yataklarına yorgunca otururlar.......

"aslında en güçlü oldukları" hallerini gizlemekten yorgun,

büyük bir acıyla kalakalırlar......

Ve belki de bu ıssızlıgı sonlandıracak şu cümleyi telaffuza cesaret ettiklerinde degişecek hayatları;

- Yanıma yatıp, başka bir şey yapmadan bana sarılır mısın?

1 Şubat 2009 Pazar

KADER.......

Sarsılarak düşündüm.....
Hayatlarımızın akışını hiç de zannettiğimiz gibi kendi gücümüzle yönlendiremediğimiz o adaletsiz virajları düşündüm.....
Bize tercih hakkı konulmayan, sunulmayan, ve o "an" ın içine mengene gibi sıkışıp kalarak seçtiğimiz yolların aslında "ölümlerden ölüm beğenme" tadında tercihler olduğu,
kendi kaderimizi çizebilmek adına yollarımızı inşa etmemize 'tanrı' nın kimi zaman hiç izin vermediğini düşündüm.........
Öyle ürpertici anlar oluyor ki, ateşten mühürler gibi hayatınızın en keskin dönemecinde umutlarınızı ipotekleyiveriyor......
Duygularıyla, yüreğiyle yaşayanlardansanız, bu mühürle daha da sık rastgeliyorsunuz......
Vefa, incitmekten korkımak,
size adanan bir hayatın karşılığında nankör kalmamak adına geleceğinizin önüne yığılan tuğlaların örgülerini parçalayamadığınız anlar oluyor........
Her tercih, bir diğerini kaybediş.........
Ve hangisini kaybetmek istediğinize karar veremediğiniz, o kararı size verdirmeyen ilahi bir kumpasın ortasında buluveriyorsunuz kendinizi...........
Aradan yıllar geçip, kendi hayatınızı tekrar avuçlarınızda hissetmek istediğinizdeyse ödemeniz gereken diyetler akıl almaz derecede sarsıcı olabiliyor.......
Ben, şu sıra hayatımda bu diyeti ödüyorum örnekse.
İki ayrı kadını aynı tende, birbirine değdirmeden yaşatma zorunluluğu,
bunun yarattığı yorgunluk,
vefam ve tutkum arasındaki dalgakıranları her gün inşa etmek zorundayım.


Hem buralı,hem oralı olmaya çalışmak.....
İnsanı yiyip bitiren çelişkiler.......
Lanetler okunarak kurulan hayaller.......
Kim olmam gerekiyor ve kim olmak istiyorum çelişkisinde sorgulamak ..............
Çoktan bitti sandığım gücüm hala yerli yerinde duruyor.....
Evet yorgunum,hemde çok .......
Ağlıyorumm....
Aşka küfrediyorum...
Hayata ve ödediğine bizzat şahit olmak zorunda kaldığım bedele küfrediyorum...
Kilometrelere küfrediyorum......
Gecikilmiş zamana ve hayatın adaletsizliğine küfrediyorum......
Ateşte yürüyen kadınla vefayı sırtlayan kadını aynı tende yaşatabilmek ama birbirlerine değdirmemeyi becerebilmek.......
İşte bu benim ödemem gereken diyet........
Bana sorulmayan bir virajı dönmek zorunda bırakıldım.......
Ama ileride kimseye dertlenmeyecek kadar da sahipleneceğim günahlarımı.......
Hayat, umutlarımızı, sevinçlerimizi jartiyerine sıkıştırıp bizi alaşağı eden bir fahişeden farksız değil .....
Sanırım maharet, o jartiyere sıkıştırılacak olanları belirleyecek kadar yürekli olmakta yatıyor........
"Vicdan" denen şey ömrümüz boyunca hamallığını yaptığımız bir yığın tuğladan farksız.....diyordu Al PACINO "Şeytanın Avukatı"nda......
Haklıydı belki de........

KADINLARI ANLAMAK....

''Ben kadınları iyi tanırım" diyen bir erkek ya bunamıştır, ya da su katılmamış bir
aptaldır....
Kadınları ''anlayabilmek '' çözmek degildir...
"Kadın" adlı ufku olmayan labirenti çözen, çözmeyi becerebilen bir erkek olmadığından eminim.....
Kadın doğası gereği, asla bir erkek kadar "düz" değildir......
Kadın zihnen daha baskındır fakat bu üstünlüğü isteyerek erkeğe verir.....
Kadınlar cesaretli sabırlı ve direncilidir......
Kadın her alanda erkeklerden daha güçlüdür....
Erkeğinin gücü, kendisine ailesine veya partnerine huzur versin diye kadın bu gücünü ortaya koymaz.....
Erkeğini güçlü görmek, kendini daha kadın, dişi hissetmek içindir ve erkeğine değer hisssini vermektir.....
Kadın tek beden tek yürek ister......
Kadın 'ben üşüyorum' dediğinde,
bunun cevabının 'üstüne bir şey al,'
'istersen bir taksiye binelim,'
'eve geldik zaten'
türünden bir söz olmadığını, 'üşüyorum'
'üşüyorum' dediğinde kadının 'bana sarılsana' demek istediğini ve ona sarılmak gerektiğini öğrenmeleri neden bu kadar zor erkeklerin....
Sanırım binlerce yıl boyunca isteklerini açıkça söylemelerine izin verilmediği için 'gizli bir dil' geliştirmek zorunda kalmış kadınlar,
bu kadar basit bir şeyin erkekler tarafından niye anlaşılamadığınıda merak ediyoruz......
Sevgi ve şefkat eksikliğine hiç tahammül edemeyen,
bunların 'açıkça' söylenerek elde edilmesinin ise elde edilenin değerini düşüreceğine inanan biz kadınların niye isteklerini düpedüz söylemedikleri ise erkekler için hep bir sırdır.......
Duygularını göstermenin kadınlara özgü bir davranış olduğunu sanan erkekler, açıkça sevgilerini ve şefkatlerini göstermekte hep pinti davranırlar....
Onlar, bu duyguların gösterileceği tek yerin yatak odası olduğuna inanınırlar nedense....
Kapalı yerlerde yaşanması gereken 'mahrem' şeyler, kadınlar ise bunu hayatın her anında yaşanması gereken bir şey olduğunu düşünürler......

Erkeklerin kadınlardan bekledikleri,
kadınların 'üşümeleri' ya da 'acıkmaları' değil,
kendiilerinin yanında soğuğu ve açlığı hissetmeyecek kadar kendinden geçmiş bir aşka kapılmaları ve bu aşkı taleplerini dile getirmeyerek göstermeleridir......
Galiba o yüzden, erkeğin duygularını alabildiğine özgür bıraktığı aşkın ilk günleri geçtikten ve erkek yeniden erkekliğine döndüğünde, kadınlar 'üşümeye' başlarlar....
'Benim uykum geldi' dediğinde erkeğin onla beraber yatmamasını,
''üşüdüm'dediginde hırka uzatmasını 'düşmanca' bulmaya koyulurlar.....
Artık erkeğin her davranışı ince eleklerden geçirilip,
onun sözlerinde ve davranışlarında 'sevgisizlik' işaretleri tek tek saptanır........
Ve o gizli dil daha sık ortaya çıkar..........
Kendimizden yakınırız önce, 'çok şişmanladım,' 'çok yaşlandım,' 'çok çirkinleştim,' bunları söyledikten sonra erkeklerin ne söyleyeceklerine, ne yapacaklarına bakarız....
Büyük bir ilgi eksikliği olarak gözüken o anlayışsızlıkların, artık eskisi kadar beğenilmedigimizden ya da sevilmedigimizdenmi kaynaklandığını anlamaya çalışırız.....
Baştan savma verilecek her cevap öfkelendirir bizi.....



Ama erkekler genellikle baştan savarlar......
- Yoo, hiç de şişmanlamadın, iyisin, biraz kilo aldın belki ama önemli değil.......
Biz sinirlenmeye başlarız.....
- Sen beni eskisi kadar sevmiyorsun.
Bunun cevabı elbette, 'nerden çıkardın bunu, tabii ki seviyorum' değil,
sıkı bir sarılış ve iyi bir öpüşmedir.
Bir şeylerin yanlış gitmeye başladığını gören erkek ise, güzel bir hediye almanın ya da daha kestirmesi 'biraz para vermenin' zamanı geldiğini düşünür. erkek için sorunun tedavisi öpüşmede değil paradadır.....
Erkek, o düz vahşeti ve insafsızlığı ile 'ağlıyorsa biraz para ver,' çözümlemesini benimser......
Ama hediyelere ve paralara çabuk alışılırız,
sarılışların ve öpüşmelerin özlemi yeniden başlar.....
Biz 'üşürüz.'
Son bir iki deneme daha yaparız, bazen güzelliğimiz ve cinselliğimizle,
bazen sinirli çıkışmalarıyla,
erkeğe 'üşüdüğünde bize sarılınması gerektiğini' bir daha öğretmeye uğraşırız.......
Ama erkek hala hırka uzatıyorsa , o tehlikeli sapak yaklaştı demektir......




29 Ocak 2009 Perşembe

KADINLAR NEDEN ERKEKLERDEN ÜSTÜN...

Dogumdan ölüme kadar ögrenme süreci bitmiyor....Yaşadıkça ögrenmeye devam ediyoruz...
Büyütüldüğümüz aileyle başlayan bu macera, okullarda devam ediyor, sonrasında insan ilişkilerinde, mesleki rotamızda ......
Ama asıl önemli olan keskin gerçek şu ki, erkeklere hayatı öğreten hep kadınlar oluyor......
Doğru, ya da yanlış, mutlu ya da mutsuz ama kendilerinin çizdigini sandıkları haritaların meridyenlerini hep kadınlar yaratıyor aslında......
Annelerinin şevkatli sıcağından, bayrağı devralan ik sevgililerinin kokusuyla şekillenmeye başlayan hayatları, aslında hiçbir zaman sandıkları gibi kendilerine ait değil......

Kariyerlerini , ailevi gelenekselliklerini bahane ederek adım atmaya cesaret edemeyecekleri en ürkütücü aşklara,
ilişkilere akıl almaz bir pervasızlıkla cesaret edebilen yegane varlık yine kadınlardır.....
Erkeklerin en koparılmaz, en köklü savundukları gerekçelerin hepsini tek celsede elinin tersiyle iterek aşkını en mertçe sahiplenen tek yaradılmış, kadındır.....

Sevdiği kadını taciz eden adamı hastanelik etmek ya da canına kastetmek cesaret değil, erkeklerin obez egolarının önlenemez kompleksidir ......
Cesaret değil......
Orada kırılan, gururlarıdır, yaralaqnan ilkel erkeksi özbenlikleri. ...
Ama asla cesaret değildir......
Erkekler, “delikanlılık”, “erkek adam olmak”, “adam gibi adam olmak” gibi tanımlamalarla,
yapay sloganlarla can simitleri oluşturarak erkekliklerini hayat okyanusunda boğulmaktan kurtardıklarını zannederken,
kadınlar o okyanusa çırılçıplak atlayarak her riski göğüsleyecek kadar yüreklidirler....
Anne de olsa, eş de olsa, sadece sevgili de olsa bu koca yüreklilikleri değişmez…
Bu üstünlüklerimiz,
kimyasal, fizyonomik olarak da dehşete düşürücüdür aslında…
Bir erkeğin, tek silleyle bir kadını alaşağı edebiliyor olması sadece “ebat” ve “kas yoğunluğuyla” izah edilebilecek ilkel bir kıyaslamadan öteye gidemez.....


Asıl kıyaslama,
bir mide sancısında bile canlarından can koparılıyormuş gibi yakınan erkeklerle,
yepyeni bir hayatın oluşumunu içinde filizlendirip oluşturan kadının kıyaslamasıdır....
Erkekler, askerlikte geçen bir yılı aşkın süreci ömür boyu ahlanarak anlatırken,
biz kadınlar dokuz ay on günlük gebelik süreçlerini erkekler gibi ballandırmazlar.....
Eğer bu noktada fizyolojik üstünlük erkeklerde olsaydı,
Tanrı bu kadar özel ve kutsal bir seremoni için kadınları seçer miydi?.....
Erkeler her ne kadar aksini düşünerek kendilerini avutsa da, asla “seçen” taraf olmazlar......
Kadınlar erkekleri seçer......
Eğer bir kadın istemezse, tenine değmesi ütopyadan öte bir imkansızlıkken,
bir kadın bir erkegi seçtiğinde erkegin tercih haklarını tıpta adı konmamış bir anesteziyle gözlerinizden söker alır....:)



Dünyanın en iri penisine de sahip olsa, “becerilen” aslında hep erkektir.....
Erkeler sadece kadının vajinasına bir et parçasıyla kitlenirken,
kadın tenlerinde orman yangınları başlatarak saçlarının köklerinden, DNA’larına dek erkekleri becerir,
ama bir erkegin bunu idrak edebilmesi vakit alır.....
Çünkü erkegin orgazmı birkaç dakikayla özetlenirken,
kadının erkegi becerme ve orgazm süreci aylara, hatta yıllara yayılır....





Cehenneme yürüdükleri yollardaki arnavut kaldırımlarını da,
huzura yürüdükleri çimenli patikaları da kadınlar inşa ederler......
Erkekler, hayatınıa giren kadınlar neyse, o kadardır....
Kadınlarsa her ilişkiyle daha da zenginleşir ve çoğalırlar.....
Onları emziren annelerinin yerini gözlerinde, teninde en lezzetli günahları emziren kadınlar alır....
“Erkekler genelevi”ine ihtiyaçları yoktur kadınların, çünkü “Kadınlar” istediklerinde tüm erkekler “Geneldir”…....

17 Ocak 2009 Cumartesi

EN GÜZEL HİKAYEM....


Hani kimi şarkılar vardır,
sözkonusu duruma ilişkin bir şeyler söylemek isteseniz,
bunları söylerdim...dersiniz.
O kadar bire bir ikiz kadar aynıdır taşıdığı duygular.
İşte aşağıda dökülüp giden dizeler de benim için öyle.
Kime derseniz, o bende kalsın.
LAKİN...
O kendini bilir. Şarkıda da söylediği gibi;
Bazen, ne yaparsan yap,
OLMUYOR BAZEN!..
..............................
Benim zaten hiç gücüm yok,
yüzüm yok hiç
Umudum yok
Ama bil ki farklı bir hayaldi
İşkenceydi bazen çok güzeldi
Ama anlıyorum
Kurtulmuşsun sen
Nokta konmuş, bitmiş
En güzel hikayem.....................................

13 Ocak 2009 Salı

YALNIZLIKLAR....


Yalnızlığa dair bugüne dek yazılmış en yürek burkan,

en "sahici" sözler,

Sezen AKSU' nun "Yalnızlık Senfonisi" şarkısına ait bence...

Bu kadar mı tenini, ruhunu yakar insanın kelimeler...


...........................................................................

Anladım sonu yok yalnızlığın,

hergün çoğalacak

Herzaman böyle miydi bilmiyorum

Sanki dokunulmazdı çocukken ağlamak

Alışır her insan alışır zamanla kırılıp incinmeye

Çünkü olağan yıkılıp yıkılıp yeniden ayağa kalkmak

Yalnızlığım yollarıma pusu kurmuş beklemekte

Acılar gözlerini dikmiş üstüme nöbette

Bekliyorum bekliyorum bekliyorum

Hadi gelin üstüme korkmuyorum

Bulutlar yüklü hayatı hayata üstümüze hasret

Yokluğunla ben başbaşayız nihayet...................

12 Ocak 2009 Pazartesi

KADIN ALDATIRSA(CLOSER)



Kimi filmler vardır.....Hiçbir aracı olmaksızın, kalbinizin en derin noktasına dokunmayı becerirler.
insan hikayeleri barındıran filmler vardır.....
İşte dün gece, onlardan birini izledikten sonra sigaramı içerken bu yazıya soyundum...
Yine orman yangınlarını tutuşturmuştu beynimde film...

Fotoğrafçı kadın, karşısındaki tabureye oturmuş adamın resmini çekmeye hazırlanıyor. ...
Birbirlerini tanımıyorlar. Aslında tam tanımıyorlar denilemez, kadın adamın kitabını okumuş, onunla ilgili bir fikri var.
Kısa, kesik, konuşmalar geçiyor aralarında.
Bakışıyorlar.
Kadın gelip adamın kravatını düzeltiyor.
Bu, iki insan arasında zamanın ve mekanın birdenbire kaybolduğu
ve bu kayboluşun yarattığı tuhaf boşluk içinde ortaya çıkan çekim alanında,
ikisinin birbirlerine doğru sürüklendiği o isimsiz ve belirsiz anlardan biri.....
Hiç kimsenin nedenini bilmediği ama herkesin varlığından haberdar olduğu o gizemli an. Öpüşüyorlar.

Çok zekice yazılmış bir tiyatro oyunundan, Mike Nicholson’ın uyarladığı "Closer" isimli film böyle başlıyor........
Cinselliğin, içine ölümcül mayınlar gibi gömüldüğü aşk ilişkilerini anlatıyor. ....


Hayatları birbirine kenetlenen dört kişinin birbirlerini sevişmelerle nasıl yaraladıklarını, parçaladıklarını görüyorsunuz.....
Aldatan ve aldatılan rollerinin sürekli değiştiği bu dört kişinin ilişkisini izlediğinizde,
erkeklerin aldatıldıklarını anladıklarında nasıl ilkel bir hayvana dönüştüklerini anlıyorsunuz.....
Daha erkeksi, daha kaba, daha sert olan erkek, aldatıldığını ancak kadın kendisine söylediğinde anlıyor.......
Daha kırılgan, daha zayıf, hatta daha kadınsı olan erkek ise aldatıldığını kadının davranışlarındaki çok küçük değişikliklerden seziyor......
Ama ikisinin de aldatılmaya tepkisi hemen hemen aynı.....
İkisi de aynı soruları soruyorlar.....
İlk öğrenmek istedikleri "diğer herifin" yatakta nasıl olduğu, nasıl seviştiği.
- Seni nasıl becerdi?
- Nerede becerdi?
- Neler yaptınız sevişirken?
- Orgazm oldun mu?......




Bütün erkeklerde gözüken "dünyanın en iyi sevişen erkeği olma" isteği ve buna gizlice inanmanın getirdiği erkeksi güven, aldatıldığını öğrendiğinde ağır biçimde sarsılıyor....


O yüzden ilk merak ettiği "diğerinin" kendisinden daha iyi olup olmadığı", "o" daha mı fazla zevk verdi, daha mı tecrübeliydi, daha mı hoyrattı...
Bütün ayrıntıları öğrenmek istiyor.....
Hepsini.....
En acı verenleri bile.....
İki erkeğin arasındaki bu hayvansı rekabet onlara "duyguları" neredeyse tamamen unutturuyor......
Aldatılmak erkekler için öncelikle bedensel çünkü......
"Onu seviyor musun" diye sormuyor,
"onunla sevişmekten hoşlandın mı" diye soruyor.......
İlk hissettiği acı tümüyle bir başka erkeğe karşı bedensel bir yenilgi almasından......




Ve, iki erkek de ilk tepkilerinden, sorularından sonra ağlıyorlar......
Yedikleri ağır darbe onların bütün erkeksiliklerini, güçlerini, güvenlerini,
kendi "iktidarlarından" duydukları memnuniyeti yıktığından,
ezberledikleri bütün davranış biçimleri de yıkılıyor,
geriye sadece canı yanan, yenilmiş, yaralanmış zavallı bir canlı kalıyor........
Ve, filmde hep aynı sahne yaşanıyor......
Kadına vahşi sorular soran,
kadını bütün gerçekleri açıklamaya zorlayan ve sonunda ağlayan erkek, kadını kaybediyor......
O erkekleri terk ediyor kadınlar......

Genç bir striptizçi olan Alice,
kendisini sorguya çeken ve yıllardır tutkuyla sevdiği erkeğe birdenbire,
"artık seni sevmiyorum," diyor.
- Ne zamandan beri sevmiyorsun?
- Şimdi sevmiyorum, şu andan itibaren sevmiyorum, artık seninle olmayacağım......
Kendisine söylenenleri anlamamış gibi bakan adama durumu açıklıyor dümdüz bir sesle açıklıyor......
- Sana yalan söylemek istemedim, doğruyu da söyleyemezdim......

Onu böylesine bir çıkmaza sıkıştıran erkeği sevmekten de aniden vazgeçiyor.......
Ama galiba, kadınları asıl şaşırtan erkeklerin ağlaması oluyor......
Buna kızıyorlar da.......






Film boyunca,
aldatılanla aldatanın sürekli yer değiştirdiği karmaşık ilişkiler içinde hep aynı sonuçla karşılaşıyor insan.....
Aldatılan erkek, kadını terk edemiyor......
Aksine kadını geri almaya çalışıyor.......
Bütün o insafsız soruları, hoyrat merakları, acınacak gözyaşlarıyla yaşananları temizlemeye, kendilerine bir teselli bulmaya uğraşıyor,
"yenilgilerini" onlara unutturacak bir çıkış arıyor.......
Ama bu çıkışı bulmak kolay olmuyor........
Ağlıyorlar, yalvarıyorlar, bütün vakarlarından vazgeçiyorlar........

Filmde değişik zamanlarda aynı kadınla yatan iki erkek de,
ayrı ayrı zamanlarda "aldatılan" durumuna düşüyorlar,
birbirinin benzeri acılar çekiyorlar......

Niye aynı kadınla yatan iki erkekten biri aldatan biri aldatılan oluyor peki?
Kimin aldatıldığını belirleyen ölçü ne?
Sanırım, kimin aldatıldığını anlamak için kimin "sadakat" beklediğine bakmak gerekiyor....
İki erkek ya da iki kadın,
aynı zamanda aynı insanla yattığında,
hangisi "sadakat" bekliyorsa "aldatılan" o oluyor. ....
Sadakat beklemeyen birini aldatmak mümkün değil çünkü.......

SON SÖZ......Kadınlar erkekler gibi ''Seni çok seviyorum ama şeytana uydum'' demez.

Ya da ortaya çıktığında inkar etmez ADİCE .

Ya da saf ayaklarına yatıp,zeytinyağı gibi üste çıkmayada çalışmaz.

Zaten söylemeye çalıştıkları şeyi kusarlar erkeklere.

Bazen de bitti der SUSARLAR sadece...

Sadakat verilmediği sürece istenemeyecek olan...

İnsanın kendine ve başkalarına dürüst olma sanatı.

Arkadasliklarin, dostluklarin ve iliskilerin temelidir...

Zor zanaattir velhasıl...