29 Ocak 2009 Perşembe

KADINLAR NEDEN ERKEKLERDEN ÜSTÜN...

Dogumdan ölüme kadar ögrenme süreci bitmiyor....Yaşadıkça ögrenmeye devam ediyoruz...
Büyütüldüğümüz aileyle başlayan bu macera, okullarda devam ediyor, sonrasında insan ilişkilerinde, mesleki rotamızda ......
Ama asıl önemli olan keskin gerçek şu ki, erkeklere hayatı öğreten hep kadınlar oluyor......
Doğru, ya da yanlış, mutlu ya da mutsuz ama kendilerinin çizdigini sandıkları haritaların meridyenlerini hep kadınlar yaratıyor aslında......
Annelerinin şevkatli sıcağından, bayrağı devralan ik sevgililerinin kokusuyla şekillenmeye başlayan hayatları, aslında hiçbir zaman sandıkları gibi kendilerine ait değil......

Kariyerlerini , ailevi gelenekselliklerini bahane ederek adım atmaya cesaret edemeyecekleri en ürkütücü aşklara,
ilişkilere akıl almaz bir pervasızlıkla cesaret edebilen yegane varlık yine kadınlardır.....
Erkeklerin en koparılmaz, en köklü savundukları gerekçelerin hepsini tek celsede elinin tersiyle iterek aşkını en mertçe sahiplenen tek yaradılmış, kadındır.....

Sevdiği kadını taciz eden adamı hastanelik etmek ya da canına kastetmek cesaret değil, erkeklerin obez egolarının önlenemez kompleksidir ......
Cesaret değil......
Orada kırılan, gururlarıdır, yaralaqnan ilkel erkeksi özbenlikleri. ...
Ama asla cesaret değildir......
Erkekler, “delikanlılık”, “erkek adam olmak”, “adam gibi adam olmak” gibi tanımlamalarla,
yapay sloganlarla can simitleri oluşturarak erkekliklerini hayat okyanusunda boğulmaktan kurtardıklarını zannederken,
kadınlar o okyanusa çırılçıplak atlayarak her riski göğüsleyecek kadar yüreklidirler....
Anne de olsa, eş de olsa, sadece sevgili de olsa bu koca yüreklilikleri değişmez…
Bu üstünlüklerimiz,
kimyasal, fizyonomik olarak da dehşete düşürücüdür aslında…
Bir erkeğin, tek silleyle bir kadını alaşağı edebiliyor olması sadece “ebat” ve “kas yoğunluğuyla” izah edilebilecek ilkel bir kıyaslamadan öteye gidemez.....


Asıl kıyaslama,
bir mide sancısında bile canlarından can koparılıyormuş gibi yakınan erkeklerle,
yepyeni bir hayatın oluşumunu içinde filizlendirip oluşturan kadının kıyaslamasıdır....
Erkekler, askerlikte geçen bir yılı aşkın süreci ömür boyu ahlanarak anlatırken,
biz kadınlar dokuz ay on günlük gebelik süreçlerini erkekler gibi ballandırmazlar.....
Eğer bu noktada fizyolojik üstünlük erkeklerde olsaydı,
Tanrı bu kadar özel ve kutsal bir seremoni için kadınları seçer miydi?.....
Erkeler her ne kadar aksini düşünerek kendilerini avutsa da, asla “seçen” taraf olmazlar......
Kadınlar erkekleri seçer......
Eğer bir kadın istemezse, tenine değmesi ütopyadan öte bir imkansızlıkken,
bir kadın bir erkegi seçtiğinde erkegin tercih haklarını tıpta adı konmamış bir anesteziyle gözlerinizden söker alır....:)



Dünyanın en iri penisine de sahip olsa, “becerilen” aslında hep erkektir.....
Erkeler sadece kadının vajinasına bir et parçasıyla kitlenirken,
kadın tenlerinde orman yangınları başlatarak saçlarının köklerinden, DNA’larına dek erkekleri becerir,
ama bir erkegin bunu idrak edebilmesi vakit alır.....
Çünkü erkegin orgazmı birkaç dakikayla özetlenirken,
kadının erkegi becerme ve orgazm süreci aylara, hatta yıllara yayılır....





Cehenneme yürüdükleri yollardaki arnavut kaldırımlarını da,
huzura yürüdükleri çimenli patikaları da kadınlar inşa ederler......
Erkekler, hayatınıa giren kadınlar neyse, o kadardır....
Kadınlarsa her ilişkiyle daha da zenginleşir ve çoğalırlar.....
Onları emziren annelerinin yerini gözlerinde, teninde en lezzetli günahları emziren kadınlar alır....
“Erkekler genelevi”ine ihtiyaçları yoktur kadınların, çünkü “Kadınlar” istediklerinde tüm erkekler “Geneldir”…....

17 Ocak 2009 Cumartesi

EN GÜZEL HİKAYEM....


Hani kimi şarkılar vardır,
sözkonusu duruma ilişkin bir şeyler söylemek isteseniz,
bunları söylerdim...dersiniz.
O kadar bire bir ikiz kadar aynıdır taşıdığı duygular.
İşte aşağıda dökülüp giden dizeler de benim için öyle.
Kime derseniz, o bende kalsın.
LAKİN...
O kendini bilir. Şarkıda da söylediği gibi;
Bazen, ne yaparsan yap,
OLMUYOR BAZEN!..
..............................
Benim zaten hiç gücüm yok,
yüzüm yok hiç
Umudum yok
Ama bil ki farklı bir hayaldi
İşkenceydi bazen çok güzeldi
Ama anlıyorum
Kurtulmuşsun sen
Nokta konmuş, bitmiş
En güzel hikayem.....................................

13 Ocak 2009 Salı

YALNIZLIKLAR....


Yalnızlığa dair bugüne dek yazılmış en yürek burkan,

en "sahici" sözler,

Sezen AKSU' nun "Yalnızlık Senfonisi" şarkısına ait bence...

Bu kadar mı tenini, ruhunu yakar insanın kelimeler...


...........................................................................

Anladım sonu yok yalnızlığın,

hergün çoğalacak

Herzaman böyle miydi bilmiyorum

Sanki dokunulmazdı çocukken ağlamak

Alışır her insan alışır zamanla kırılıp incinmeye

Çünkü olağan yıkılıp yıkılıp yeniden ayağa kalkmak

Yalnızlığım yollarıma pusu kurmuş beklemekte

Acılar gözlerini dikmiş üstüme nöbette

Bekliyorum bekliyorum bekliyorum

Hadi gelin üstüme korkmuyorum

Bulutlar yüklü hayatı hayata üstümüze hasret

Yokluğunla ben başbaşayız nihayet...................

12 Ocak 2009 Pazartesi

KADIN ALDATIRSA(CLOSER)



Kimi filmler vardır.....Hiçbir aracı olmaksızın, kalbinizin en derin noktasına dokunmayı becerirler.
insan hikayeleri barındıran filmler vardır.....
İşte dün gece, onlardan birini izledikten sonra sigaramı içerken bu yazıya soyundum...
Yine orman yangınlarını tutuşturmuştu beynimde film...

Fotoğrafçı kadın, karşısındaki tabureye oturmuş adamın resmini çekmeye hazırlanıyor. ...
Birbirlerini tanımıyorlar. Aslında tam tanımıyorlar denilemez, kadın adamın kitabını okumuş, onunla ilgili bir fikri var.
Kısa, kesik, konuşmalar geçiyor aralarında.
Bakışıyorlar.
Kadın gelip adamın kravatını düzeltiyor.
Bu, iki insan arasında zamanın ve mekanın birdenbire kaybolduğu
ve bu kayboluşun yarattığı tuhaf boşluk içinde ortaya çıkan çekim alanında,
ikisinin birbirlerine doğru sürüklendiği o isimsiz ve belirsiz anlardan biri.....
Hiç kimsenin nedenini bilmediği ama herkesin varlığından haberdar olduğu o gizemli an. Öpüşüyorlar.

Çok zekice yazılmış bir tiyatro oyunundan, Mike Nicholson’ın uyarladığı "Closer" isimli film böyle başlıyor........
Cinselliğin, içine ölümcül mayınlar gibi gömüldüğü aşk ilişkilerini anlatıyor. ....


Hayatları birbirine kenetlenen dört kişinin birbirlerini sevişmelerle nasıl yaraladıklarını, parçaladıklarını görüyorsunuz.....
Aldatan ve aldatılan rollerinin sürekli değiştiği bu dört kişinin ilişkisini izlediğinizde,
erkeklerin aldatıldıklarını anladıklarında nasıl ilkel bir hayvana dönüştüklerini anlıyorsunuz.....
Daha erkeksi, daha kaba, daha sert olan erkek, aldatıldığını ancak kadın kendisine söylediğinde anlıyor.......
Daha kırılgan, daha zayıf, hatta daha kadınsı olan erkek ise aldatıldığını kadının davranışlarındaki çok küçük değişikliklerden seziyor......
Ama ikisinin de aldatılmaya tepkisi hemen hemen aynı.....
İkisi de aynı soruları soruyorlar.....
İlk öğrenmek istedikleri "diğer herifin" yatakta nasıl olduğu, nasıl seviştiği.
- Seni nasıl becerdi?
- Nerede becerdi?
- Neler yaptınız sevişirken?
- Orgazm oldun mu?......




Bütün erkeklerde gözüken "dünyanın en iyi sevişen erkeği olma" isteği ve buna gizlice inanmanın getirdiği erkeksi güven, aldatıldığını öğrendiğinde ağır biçimde sarsılıyor....


O yüzden ilk merak ettiği "diğerinin" kendisinden daha iyi olup olmadığı", "o" daha mı fazla zevk verdi, daha mı tecrübeliydi, daha mı hoyrattı...
Bütün ayrıntıları öğrenmek istiyor.....
Hepsini.....
En acı verenleri bile.....
İki erkeğin arasındaki bu hayvansı rekabet onlara "duyguları" neredeyse tamamen unutturuyor......
Aldatılmak erkekler için öncelikle bedensel çünkü......
"Onu seviyor musun" diye sormuyor,
"onunla sevişmekten hoşlandın mı" diye soruyor.......
İlk hissettiği acı tümüyle bir başka erkeğe karşı bedensel bir yenilgi almasından......




Ve, iki erkek de ilk tepkilerinden, sorularından sonra ağlıyorlar......
Yedikleri ağır darbe onların bütün erkeksiliklerini, güçlerini, güvenlerini,
kendi "iktidarlarından" duydukları memnuniyeti yıktığından,
ezberledikleri bütün davranış biçimleri de yıkılıyor,
geriye sadece canı yanan, yenilmiş, yaralanmış zavallı bir canlı kalıyor........
Ve, filmde hep aynı sahne yaşanıyor......
Kadına vahşi sorular soran,
kadını bütün gerçekleri açıklamaya zorlayan ve sonunda ağlayan erkek, kadını kaybediyor......
O erkekleri terk ediyor kadınlar......

Genç bir striptizçi olan Alice,
kendisini sorguya çeken ve yıllardır tutkuyla sevdiği erkeğe birdenbire,
"artık seni sevmiyorum," diyor.
- Ne zamandan beri sevmiyorsun?
- Şimdi sevmiyorum, şu andan itibaren sevmiyorum, artık seninle olmayacağım......
Kendisine söylenenleri anlamamış gibi bakan adama durumu açıklıyor dümdüz bir sesle açıklıyor......
- Sana yalan söylemek istemedim, doğruyu da söyleyemezdim......

Onu böylesine bir çıkmaza sıkıştıran erkeği sevmekten de aniden vazgeçiyor.......
Ama galiba, kadınları asıl şaşırtan erkeklerin ağlaması oluyor......
Buna kızıyorlar da.......






Film boyunca,
aldatılanla aldatanın sürekli yer değiştirdiği karmaşık ilişkiler içinde hep aynı sonuçla karşılaşıyor insan.....
Aldatılan erkek, kadını terk edemiyor......
Aksine kadını geri almaya çalışıyor.......
Bütün o insafsız soruları, hoyrat merakları, acınacak gözyaşlarıyla yaşananları temizlemeye, kendilerine bir teselli bulmaya uğraşıyor,
"yenilgilerini" onlara unutturacak bir çıkış arıyor.......
Ama bu çıkışı bulmak kolay olmuyor........
Ağlıyorlar, yalvarıyorlar, bütün vakarlarından vazgeçiyorlar........

Filmde değişik zamanlarda aynı kadınla yatan iki erkek de,
ayrı ayrı zamanlarda "aldatılan" durumuna düşüyorlar,
birbirinin benzeri acılar çekiyorlar......

Niye aynı kadınla yatan iki erkekten biri aldatan biri aldatılan oluyor peki?
Kimin aldatıldığını belirleyen ölçü ne?
Sanırım, kimin aldatıldığını anlamak için kimin "sadakat" beklediğine bakmak gerekiyor....
İki erkek ya da iki kadın,
aynı zamanda aynı insanla yattığında,
hangisi "sadakat" bekliyorsa "aldatılan" o oluyor. ....
Sadakat beklemeyen birini aldatmak mümkün değil çünkü.......

SON SÖZ......Kadınlar erkekler gibi ''Seni çok seviyorum ama şeytana uydum'' demez.

Ya da ortaya çıktığında inkar etmez ADİCE .

Ya da saf ayaklarına yatıp,zeytinyağı gibi üste çıkmayada çalışmaz.

Zaten söylemeye çalıştıkları şeyi kusarlar erkeklere.

Bazen de bitti der SUSARLAR sadece...

Sadakat verilmediği sürece istenemeyecek olan...

İnsanın kendine ve başkalarına dürüst olma sanatı.

Arkadasliklarin, dostluklarin ve iliskilerin temelidir...

Zor zanaattir velhasıl...

7 Ocak 2009 Çarşamba

EVLENDİRME PROGRAMLARI...


Her kanalda mutlaka bi evlendirme programına rast geliyorum...henüz hiç bi programı izlemedim....Saçma geliyor insanların kameralar aracıgı ile eş aramaları...


Dün gece bi kabusa tanık oldum....Kabus kelimesinin altını kalııın şekilde çizmek şart. Gerçekten kabustu. Saat 03.00 sularında uykulu halde yatağıma uzanmış zap yaparken karşıma çıkan bu hanımı ekranda mı gördüm, yoksa gece yediğim hamurların etkisi miydi ayırdedebilmem bir kaç dakikamı aldı...


Zerrece kattığım ya da eksilttiğim bir şey yok. Aynen anlattığım gibi cereyan etti hadise. Bu hanımefemdi programı açmak için ekrana çıktı, orkestra etlerinden et koparılmışçasına bir hızla oryantal çalmaya başladı. Sunucu hanım da aynı hızla başladı etrafında dönerek göbek atmaya. Orkestra durdu, sunucu da durdu ve seslendi; "Ben değil siz yoruldunuz ehu ehe"... Sen misin bunu diyen!!! Orkestra başladı devri artırarak çalmaya, bizimki de çalkalamaya.Program böyle açıldı. "Esra Erol'la İzidivaç" adında bir evlendirme programı. Lakin evlenmeye gelen profiller apayrı bir sirk. Gerçekten de sirk.


Seda Sayan'la "ekol" haline gelen "avam" hitabetin zirvesine çıkan Esra EROL, "kaç para senin maaşın gıııı" v.b. nidalarla beyin hücrelerimi tırmalarken fondan oryantal havalar tam gaz devam etmekte.Ucuzluğun ve basitligin "alışıldık" bir vakaya dönüştüğü televizyon kanallarında bu basitligin zirve noktalarından biriydi tanık olduğum, özeti bu....


Biirde fox tv. de var bi evlilik programı...günlük izledigim dizi hemen ardından başladıgı için bazen bi kaç dakika tahammül edebiliyorum...


Ugur Aslan ve şimdi adı aklıma gelmeyen bi türkücü hanım sunuyor...Türkücü hnıma degilde ben Ugur Aslana takmış vaziyetteyim..


"Derdim medyatik olmak değil" diye demeçler verip, hemen ardından tv dizisi çektiği yetmiyormuş gibi, ünlü olabilmek için "evlendirme" programı sunuculuğuna kadar işi vardırma arsızlığı...Güzel şiir okumanın, çene kaslarını kitlenmişçesine kasıp "hın hınn da hınn hınn" tonlamasıyla gizem katmaktan geçtiğini zannetmesi ve her çıktığı programda okduğu edebiyat faciası "Karagümrük Yanıyor"u böğürerek yapay gözyaşları eşliğinde okuması...


Ne kadar soysuz bir planla tezgahlandığı, insanların dini duygularının istismarıyla milyonlarca Euro ve YTL' nin nasıl iç edildiği Alman mahkemelerince ispat edilmesine rağmen hala faaliyetini sürdüren Deniz Feneri Dolandırıcılığını aklamak için gerçekleştirilen programın sunuculuğunu yapması...Son olarak; Uğur ARSLAN'a bir tavsiye. Girsin Başbakanın koluna ve düet yaparak şu şarkıyı söylesin; BERABER YÜRÜTTTTÜKKK BİZ BU YOLLARDAAA!!!

6 Ocak 2009 Salı

BARINAK RESİMLERİ...

Bursa Osmangazi Sahipsiz Hayvan Barınagı....Bizim 2. adresimiz resmen...Kızım elinden gelse çıkmayacak barınaktan...Ne kadar sevgiye ilgiye ihtiyaçları var köpeklerin...Kafeslerin yanına gittigimizde hepsi toplanıyor bazen birbirleriyle kavga ediyorlar önce beni sevsin diye...:(
Bakış herşeyi anlatıyor sanırım...Keşke imkanım olsada alıp eve getirebilsem...

Sokaktan getirilmiş barınakrta dogum yapmış bir anne...Görseniz o kadar zayıfki kemikleri sayılıyor resmen ...Ama yinede yavrularını koynuna toplamış onları sütünün son damlasına kadar beslemeye ugraşıyor...

Tekrar aynı kare....Anne oda ya....İnsanların acımasızlıgını gördükçe insanlıgımdan utanıyorum...hem yaşam alanlarını işgal edip onlara yaşam hakkı vermiyoruz hem türlü eziyetlere maruz bırakıyoruz...



Kızım tutturdu anne alalım bunlardan bi tane diye...Keşke keşke imkanım olsada hepsine kucak açabilsem...Rabbime hep dua ediyorum bana kocaman bahçe içinde küçük bi yer nasip et diye...Apartman dairelerinde oturuyoruz kısıtlı alanlarda bi eve kaç kedi yada köpek sıgdırabilirizki...:((




5 Ocak 2009 Pazartesi

KÖFTE VE BALIKLAR...


Oyuncu oglum benim...Balıklara oyun yapıyor kendisiyle oynasınlar diye...:))







ŞERO VE BALIKLAR.....

Güneşli bi sonbahar gününde güneşim keyfini çıkartıyor oglum benim...Keyfimize çok düşkünüz çok....O göbişini ısırmamak için kendimle boguşuyorum...(ısıracamda sonrası benim için kötü olacak biliyorum..tecrübeyle sabittir..:))


Kimbilir neler geçiyor şu an aklından balıkları izlerken...







SİTEM..


Böylesi anlarda ancak yazarak soluk alabiliyorum. O yüzden yazmak istedim belki de, bilemiyorum...Hepimizin, birbirimizi son kez gördüğümüz bir gün olacak. O günün hangisi olacağını hiç bilemeyeceğiz.
Ve o gün gelecek.Koyu bir gecede beliren kara bir muhrip gibi girecek hayatımıza.Düşüncelerimizin arkasındaki o belirsiz bölgede şekilsiz gölgeler gibi dolaşan korku dolu sezgiler yıkıcı gerçeklere dönüşecek.
Ben, Tanrı' nın ilahi alaycılığını yaşadığımı düşünüyorum.
Bu hayatta işlenen günahların cezasını yine bu hayatta çekiyoruz demiş Kemal Tahir. Ama ben bu kadar ağır bir vebali hakedecek günah işlemediğimi de biliyorum.
O zaman neden?
Kudretine, gücüne, varlığına her daim inandığım Tanrı neden beni ve benim gibi nicelerini bu kadar zifir karanlıkların kucağına merhametsizce bırakabiliyor?
Yaşadığım travmaları atlatmam yıllarımı almıştı....İçimde koca bi boşluk kalmıştı...
Ne aileniz ne de dostlarınız o boşluğu yamayamıyorlar. Öyle bir ıssızlık ki. En tiksindiğim düşmanıma bile dilemem demiştim bazı olayları yaşadığımda. Gerçekten dilemem......

SİTEM...(devam)


Bu kez, kara sürprizi geçen yıl bayram öncesi yaptı Tanrı....
O ana dair net olarak anımsadığım ilk duygu öfkeydi. Bu kadar onulmaz ve büyük bir olayı bana reva gördüğü için Tanrı'ya öfkeliydim.
Bu öfkemi dile getirdiğimde "Allah'a isyan etme evladım" diye sırtıma dokunup sıvazlayan geçkin teyzelerin beylik cümlelerini işittikçe öfkem geriledi biraz...
O'nun bir bildiği vardı. Kabul. Ama bana verdiği akıl, sezme gücü, tahlil yetisi bu gizemli "neden"i bilmeye hakkım olduğunu söylüyordu.
Adil miydi bu?
Acınızı öfkenizi dilediğinizce yaşayabilme lüksünden bile yoksun olduğunuzu görmenin acısı yarışıyor bazen asıl acınızla.
Sorgulamayan, didiklemeyen, sadece itaat eden kullar mı istiyor Tanrı? Hiç zannetmiyorum.
Üç kitabın üçünde de melekler böyle tarif edilir.
Nefsleri yoktur. Sadece kendilerine verilen görevi ifa ederler.
Sorgulamazlar, deşmezler. sadece yaparlar.
Ben melek değilim.
Olmakda istemezdim sanırım.
Korktuğum ya da ahirette başıma gelecekler için değil, içtenlikle sevdiğim Tanrı' yı kendime gücendirmemek için günahtan uzak dururum.
Ki bence samimi olan da budur.
Ve yine aynı samimiyetle, bana verdiği yetilerle soruyor sorguluyorum artık. NEDEN?
Bu kadar derin ıssızlıkları acıları hakedecek ne yapıyoruz?
ya da bu acının neresinde "HAYIR" var?

SİTEM...(devam)


Tek bir varlıgım dahi kalmamacasına kucağına bırakıldığım bu karanlığın nedeni ne olabilir ki? İlahi nedenler mi?
Bilemem, olabilir.
Ve bilmek istiyorum.
Sormaktan sorgulamaktan dahi imtina edecek kadar korkup susmuyorum.
Biliyorum ki susanların dahi içlerinde çığlık çığlığa bu soru yankılanıyor. NEDEN?
Bayramlar, dünyadaki imtihanları en zorlu geçenlerin, yoksulların, kimsesizlerin, evsizlerin, çocuğuna portakal alamayan işsizlerin, dağda ölümü bekleyenlerin, nöbet yerinde hasret çekenlerin, hastaların, gurbete çıkanların, hapistekilerin, kaderin kendilerine daha iyi davrandığı insanlar tarafından ağırbaşlılıkla, şefkatle kucaklandığı duraklar.
Neden benim bayramım böyle oldu?
"senin cennetini istemiyorum ey Tanrım, bütün istediğim seni tebessüm ettirecek bir iyilik yapma gücü, onu ver bana."
Ben bu kadar yürekten ve samimiyken neden buna reva görüldüm?
o gece yataga yattıgımda...
sabah uayanayım ve çocukluğuma döneyim diye yakardım Tanrı'ya.
Ve hep çocuk kalayım.
Murathan MUNGAN'ın o dizelerini anımsadım sonra;
Hani herkes arkadaş
Hani oyunlar sürerken
Kimse bize ihanet etmemiş
Biz kimseyi aldatmamışken
Hani biz kimseye küsmemiş
Hani hiç kimse ölmemişken
Eskidendi,çok eskiden.........

4 Ocak 2009 Pazar

ŞERBET VE ŞAŞKIN AŞKI.....









Fazla söze gerek varmı sizce......:))

ŞERBET......

Evettt buda Şerbetimiz...Bitli prenses deriz ona...aynı Şaşkın gibi onuda kapımıza bıraktılar...1 aylık degildi henüz ...tüyleri kapkaraydı ...pireler tüylerinden daha fazlaydı üzerinde..,:))o yüzden zaten adı Bitli Prenses kaldı...3 erkek kedinin arasında biraz içine kapanık oldu..fazla aktif degildi ama mırıl mırıl konuşurdu hep...ve Şaşkınla birbirlerine aşık oldular bi süre sonra...Aşk belgeleri az sonra gelecek...:))



Up uzun bacaklı bi kız..o kadar narin o kadar kibar yürürdü ki....Bitli prenses den başka Balerin Kızım derdik...:))

Hep uyku...Hep uyku...

Biz böyle uyuyarak büyüdük...kucagım da uyumayı çokk severdiiiii....:))
Zzzzzzzz....Zzzzzzz....:))

Işıgı kapatın uyuyamıyorummm.....

3 Ocak 2009 Cumartesi

ŞAŞKIN....


Bi sabah evden çıkıyorum daire kapımın önüne bırakılmış şaşkın..
a5-20 günlük var yok..
Bi deri bi kemik halde ...
gözleri yeni açılmış belli...
aldım hemen kucagıma agzıyla aranıyor...
evde 2 azman var birden tüyler havaya dikildi...
tıslamalar gırlamalar...
10 gün ayrı odalarda baktım...
ölecek diye korktum ama çok güçlü çıktı şaşkınımız...
daha sonra diger azmanlarla alıştırma turlarına başladık tabi ...
ayrı odalarda olmuyordu...





En sevdigi uyku mekanı...klavye üzeriii...:))


Huzurun başka bi resmi olabilirmi acaba???

KÖFTEM...

Evimizin 2. agır abisi ŞERO gibi degildi kardeş olmalarına ragmen...
En ufak fırsatta hemen boynuma sokulur patileriyle yogurm hareketine başlardı...
gecede aynı şekilde boynumda uyurdu...
Veteriner beni annesi sandıgını söyledi...:))
Evden içeri girdigim anda fırlar üzerime tırmanır boynuma yerleşirdi...
tab tırmık olmayan hiç bi yerim yoktu dogrusu...:))
Oda şimdi yeni ailesiyle beraber umarım çok çok mutludur yeni evinde....

ŞEROM

Evimizin ağır abisiydi kendileri......
sadece canı istediginde gelir sevdirir sonra ısırır giderdi....
ne kadar seslenirsen seslen duvar kesilir duymamazlıga gelir sende kimsin küçük dagları ben yarattım edasıyla arkasına bile bakmazdı....
onu tek harekete geçiren kelime MAMA ydı...
MAMA dedigim anda aynı şekilde bana MA-MA diyerek koştururdu...
obiriksimdi benim...
halinden anlaşılacagı üzere bu resimde sadece 4 aylıktı....
şimdi başka ailesi var...
umarım çok mutludur...

Dostları Olmalı İnsanın ...

Dostları olmalı insanın,
Aynen gemilerin limanlari gibi
Zaman zaman uğradığın
Yükünü boşalttığın
Dalgalar dininceye kadar beklediğin koynunda
Sonra açık denizlere uğurlamalı seni,
Geri döneceğin günü bekleme umuduyla
Bazen rüzgara o açmalı yelkenini
Yanağına konan bir öpücüğün coşkusuyla
Halatlarını çözmeli Seni çok ama çok özlemeli
Dostları olmalı insanın,
Ermiş, bilge, hayatı ezbere okuyabilen
Düşünmediklerini düşündüren
Seni bir cambaz ipinde güvenle tutabilen
Gerektiginde senin için ateşi yutabilen
Yolunu ısıtan ustan olmalı,
Şekillendirmeyi öğretmeli hayatın çömleğini
Sana verebilmeli soğuk bir kış gününde
Üzerindeki tek gömleğini.
Oğuzkan Bölükbaşı

Ters Taraftan Kadın ve Erkek

kadına erkek, erkeğe ise kadın gözü ile bakan bir yazı. Birbirimiz için neden değerli olduğumuzu anlamamıza yardımcı olacak türden.

Hayattaki en eğlenceli yaratıklardır erkekler. Kadın olmayı, erkeklerden ötürü seviyorum dersem abartılı konuşmuş olmam. Yapıları gereği çok kullanışlıdırlar. Yani yaşamı sürdürebilmek için geliştirirmiş tasarım harikaları Hem sadece hayatımızı kolaylaştırmazlar bunun yanı sıra, güzelleştirirler de. Bizler gibi değildir onlar, yaşama sorun üretmek için değil; sorunları çözmek için gelmişlerdir. Üstelik onların çözümleri bizler gibi üç bilinmeyenli denklem çözümü gibi karmaşık da değildir. Oluşturdukları entrikaların altında ezilmezler. Karamsarlık ve detaycılık huyları yoktur. Kaba saba tavırları da belki buradan gelir. Detaylara takılmamalından. Aslında sadece detaylara değil, genel olarak takılmazlar bir şeylere. Anı anda yaşarlar. Bir tartışmada da, bu yüzden yirmi yıl öncesine ait bir sorunu karşınıza getirerek kafa ütülemezler. Biriktirme huyları da yoktur. En çok da bu huylarını severim. Biraz çocuksu yanları olsa da, en çirkini bile çok çekicidir. Öğrenme yoluyla değil, tanrı vergisi sezgileri ile sizi baştan çıkarırlar. Baştan çıkarmakta, çıkmakta onlara göre ayıp değil bilakis övünülecek şeylerdir. Sinir bozucu oldukları anlar çoğunlukta olsa da, nasıl yaptıklarını hala çözemediğim bir mekanizma ile her şeyi unuttura da bilirler. Üstelik sağlığa da yararlıdırlar. Onlarla birlikte olmak sizi zinde tutar. Zayıflar, sık, sık kuaföre gidersiniz. Alış veriş yapmak, sonu gelmez sıklıkla saçlarınızı boyatmak, ve saç renginizdeki değişikliği fark etmediği için kavga çıkarma şansı sunarlar size. Yani strese de bire birdir. En önemlisi de size, kendinizi sevdirirler. Vücudunuz onların hayranlığı yüzünden, bir et parçası olmaktan çıkar, bir sanat eseri haline gelir. Düşüncelerinize zerre kadar önem vermeseler de garip bir şekilde duygularınızla aşırı derecede ilgilenirler. Moralinizin bozuk olması durumunda hepsi Cem Yılmaz’lığa soyunurlar. Bu anlarda komiklik konusunda başarılı olamasalar da, verdikleri çaba sırasındaki sevimlilikleri ister istemez sizi gülümsetir. Niye böyle bir inançları vardır bilmiyorum ama; sizi mutlu ettiklerinde kendilerinin de mutlu olacağına inanırlar. Sadece kuru bir inançla kalmaz, mutlu da olurlar. Yani uzun sözün kısası, insanlığın eğlenceli yönüdür erkekler. Yaşamı daha renkli ve eğlenceli hale getirmek ve kendinizi daha çok sevmek istiyorsanız. İzin verin bir erkek sizi sevsin… Kadınlar, kadınlar, hayatın süsleri. Sanat gibidirler. Reel olarak bir işe yaramazlar, ama eksikliklerinde hiçbir iş, işe yaramaz olur.Ne yapsan boşadır. Hiçbir şey tat vermez. Yaşam anlamını yitirir. Onlar olmasaydı hayatımız gazete sütunları gibi olurdu. Yada ders kitapları.Onların varlığı bizi romanlara sürükler. Hem kahraman yaparlar bizi, hem yazar. Şiirler bile onları anlatır. Kafiyelidir vücutları. “doksan altmış doksan” Çok konuşurlar, aynı şeyi defalarca söylerler. Eminem’in bir şarkısı olduğunu düşünmelisiniz onların sorunlarının. Yapmanız gereken sözlere takılmadan sadece dinlemek. Emin olun sizden zaten bir çözüm beklemiyorlardır. Aslına bakarsanız söyledikleri şeylerin çözümü de yoktur.Tek istedikleri dinlenmektir. Tek istedikleri dedim de, burnum uzamaya başladı. Tek değil, çoooooooook şey isterler sizden. Ama olsun daha ne istiyorsunuz? Onlar olmasa isteyeceğiniz hiçbir şey olmayacaktı. Onların sayesinde hayattan istekleriniz olur. Yaşama sebepleriniz. Çocuğunuzda onların size armağanıdır. Ev alma düşüncesi de. Koltukları değiştirme de. Onlar olmasa yumurta yeyip, ayda bir yıkanarak, masa örtüsü yerine gazeteleri kullanarak, yaşayıp gidersiniz. Onların varlığı evinize biblo kazandırır. Salonunuza vitrin, yatak odanıza ayna, buz dolabınıza ise bir sürü yemek. Konu yemekten açılmışken, kadınlar sadece hayata değil, yemeğe de lezzet katarlar. Güzelleştirirler dokundukları yeri. O güzel eller sizde de olsa, siz de güzelleştirirdiniz? Sahi, güzelleşmek istiyorsanız, size bir kadın eli değsin. Emin olun sadece tahrik olmayacaksınız. Güzelleşecek, inceleşecek, duygusallaşacaksınız. Hayatınız daha karmaşık ama daha kaliteli bir hale gelecektir. Biblolu bir yaşama hazırım diyorsanız; izin verin. Tanrının sanatı girsin yaşamınıza.

Sıfırdan Başlamak

Mümkün mü "sıfır" dan başlamak? Onca yarayı kapatmak, kırıkları toplayıp onlardan yeni umutlar yapmak. Mümkün mü alınan onca yoldan sonra bir kere daha sıfırdan başlamak.